12.02.2019 - Tiyatro

Birkaç ay çalışmanın sonunda Şubat ayı başında bir oyun çıkardık: Romeo ve Jilet! İsim benzerliğinden
dolayı Shakespeare’in ünlü oyununa gitmesin aklınız. Bir sokak komedisiydi bizimki. Kentsel dönüşüm
batağından kurtulmaya çabalayan bir mahalle, birbirinden farklı karakterleriyle rengarenk bir sokak
çizen mahalleli ve sokakta, çöp içinde yaşayan iki güzel yürekli arkadaş, Romeo ve Jilet. Oyun akıp
gidiyor, izleyici kendinden bir parça buluyor izlerken. Hayır, hayır klişe bir söz olsun diye
söylemiyorum. İzleyen herkes gülerken hüzünlendi Romeo ve Jilet’in haline, kendi mahallesini gördü,
o sokakta yürüdü.
Neyse, konu bu değil. Oyunun ertesinde oyuncu arkadaşlarımızla otururken kendimizi sanat sanat için
mi, toplum için mi sorusuna cevap ararken bulduk.
Sahi ne için sanat? Onu bilenler, anlayanlar, okuyabilenler, yorumlayanlar için mi? Ya anlamayanlar?
Bir resim yalnızca ona bakınca mana çıkaranlar için mi resim olmalı? Bir şarkı yalnızca notaları bilenler
için mi şarkı olsun? Bir tiyatro oyunu, bir film yalnızca ödüllü oyuncuların zevk alabileceği eserler mi
olmalı? Bence hayır.
Sanat, toplumsal dönüşümün ve mücadelenin en renkli yolu. Bir şarkı yalnızca aşkı anlatmamalı, belki
bir cinayeti anlatmalı. Bir şiir, savaşı tasvir etmeli mesela. Savaşın yıktığı evleri, öldürdüğü çocukları,
yok ettiği nesilleri... Bir tiyatro oyunu anlatmalı katledilen kadınları. Topluma ses olmalı, binlerin
duyuramadığı çığlık olup delmeli ahlaksızlığın kulak zarlarını. Onu gören, izleyen, dinleyen, okuyan
herkesi iyiye ve güzele yönlendirmeli. Sanatın bir görevi var: en hırçın, en asi tavrını takınıp ölümün,
savaşın, yalanın, talanın, katliamın kafasına vura vura doğruyu bulmak ve buldurmak.
Velhasıl, yaşamın dayanılmaz ağırlığı altında herkesin, her şeyin bir var oluş amacı olduğu gibi sanatın
da bir amacı var. Sanat barışa götürmeli.

*Bolu Objektif dergisi

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sanayinin İlkleri - Teşvik-i Sanayi Kanunu

Tamiri Mümkün

Yaşam Hakkı ve Adaylık Tartışması Üzerine