25.01.2016 - Çok Değerli Yalnızlığım

Hadi biraz dış politika tartışalım.
Türkiye bir parti devleti haline geldiği için uluslararası ilişkilerini AKP özeline indirgeyerek betimlemekte bir eksiklik ya da fazlalık görmüyorum. Bu yüzden bugünün Türk dış politikasını AKP’nin dış politikası olarak niteleyeceğim. İsterim ki tarih de böyle yazsın. AKP’nin yürüttüğü dış politikadan pek çok şey beklenebilir. İlk söylemi “komşularla sıfır sorun” olan bir partinin Türkiye’yi komşularıyla dostane ilişkiler kuracak bir devlet haline getireceği düşünülebilir. Hayır. İslamcılık söylemlerinden ekmek yediği göz önünde bulundurulduğunda Arap Ortadoğusu ile ilişkilerin seyrine dikkat edeceği düşünülebilir. Hayır. Ekonomik liberalizmi benimsemiş ve ülkesini yabancı sermayeye girişim alanı haline getirmiş bir iktidar partisi olarak hiç değilse AB ülkelerinin gönlünü hoş tutacağı beklenebilir. Hayır. Menderes’in hatırasına ihtimam gösteren ve Demokrat Parti’nin mirasçısı olan bir siyasi oluşum olarak, dış politika izlencesini oluştururken, Menderes dönemi örneğini kılavuz alacağı öngörülebilir. Kısmen. Ama tam olarak bu da değil. Erdoğan’ın hayalperestliğine benzer şekilde “Ortadoğu lideri” olma hayaliyle Arap Birliği ülkelerini bölme pahasına Bağdat Paktı’na girişen ve eline yüzüne bulaştıran Menderes’le Erdoğan arasında ciddi benzerlikler var, evet. Ancak Menderes döneminde bile bir istikrar vardı. Hiç değilse koşulsuz olarak Amerikancıydı Türkiye! Argüman belliydi, program belliydi. AKP’nin yürüttüğü dış politikada bu da yok. Dış politika programıyla pratik arasında neredeyse ufak benzerlikler var.
Biraz eskiye gidip gelelim, çok partili dönemin erken yıllarına.. Mukayese etme imkanı olsun.
Türkiye, Rusya’yla ilişkilerini dönem dönem ilerletse de hep temkinli politikalar izledi. “Temkinli” derken eleştirilebilecek çok nokta var. Girmeyeceğim. Ama Rusya, Sovyetler zamanında tehditti; Sovyetlerin dağılışından sonra da tehdit olmaya devam etti. Ruslar güvenlik konusunda ciddi bir baskı unsuru olduğu için NATO’nun bir parçası olmak Türkiye için zorunluydu. Sonra Balkan Paktı, Bağdat Paktı ya da Irak’sız Bağdat Paktı: CENTO.. Sovyet “tehdidi”nden kurtulmak için kalkışılan bölgesel güvenlik birliktelikleri Türkiye’yi dönem dönem hep meşgul etti. Bazı konularda Türk-Rus işbirliği sağlansa da anlamlı bir stratejik işbirliği bir türlü gerçekleşmedi. Buna karşılık Türkiye’nin hükümet programlarında ABD hep dost ve müttefik devlet oldu. Türkiye’nin Rus korkusuyla dahil olduğu o ittifaklar perde arkasında daima ABD’ye müstenit  girişimler oldu. Çünkü Türkiye, ABD’ye muhtaçtı. Marshall ve Truman’la birlikte 
ABD’ye borçlanmıştı. ABD teşvikiyle uluslararası örgütlerden yardım alıyordu. Bu yüzden ABD “şuraya!” diyordu, Türkiye oraya yatırım yapıyordu. Borç, Türkiye kalkınsın diye verilmişti ama kalkınmak şöyle dursun, Türkiye yatırım alanlarını belirlemede bile ABD’ye bağımlı hale geliyordu. ABD yardıma muhtaç olduğu her zaman Türkiye’yi bir üs olarak kullanma lüksüne sahip oldu. Türkiye’nin iç siyasetine karışma cüretini buldu. Elbette, erken Cumhuriyet döneminden beri bal kaymak değildi ABD-Türkiye ilişkileri. 70’lerde bir başkaldırış var. Mesela, haşhaş ekimine serbesti getirilerek ABD tehditlerinin yok sayılması bir “afyon krizi” patlattı ve Türkiye ABD’den ambargo yedi. Yahut İkinci Kıbrıs Harekatı’ndan sonra Türkiye uluslararası hukuku (ve aslında ABD’nin soruna karşı tüm ilgisizliğine rağmen harekat olmaması için gösterdiği gayreti) yok saydığı için de ABD’nin tepkisiyle karşılaştı. Bu dönemlerde başbakan kimdi söylemeye gerek var mı bilmiyorum: Bülent Ecevit. 1980 sonrasında da Amerikan sevici yönetimler ABD’nin Türkiye üzerinde gölge etmesine izin verdi.
Falan filan..
Türk-Amerikan ilişkilerinin o günden bugüne en basit, en anlaşılır ve detaysız tarihsel background’u böyle.
Gelelim bugüne; bugün neler oluyor?
Ortadoğu’da kan gövdeyi götürüyor ve maalesef Türkiye’de bunun bir parçası haline geldi. Rusya “terör işbirlikçisi Türkiye” diyorsa, uluslararası arenada çok da olumlu bir imaj yok demektir. Ancak ilginç bir şeyler daha var: Şu sıralarda ABD ve Türkiye ilişkileri bir garip açmazda. Söylemler birbirini desteklemiyor, bilakis karşı argüman oluşturur nitelikte. ABD’ye bugüne kadar sayısız konuda payandalık yapan Türkiye, uluslararası alanda umduğu desteği bulamayınca kendi kendine söylem geliştirmeye başladı. ABD pek oralı olmuyor, “Kendi bilir” diyor. Türkiye “Ben güçlüyüm” diyor, tenhada göz kırpıyor. -Göz kırptığını görmek için kahin olmaya gerek yok. Geçtiğimiz 13 yıl bunun gibi örneklerle dolu.- Yakında çark edecek, yahut göz kırptığı o tenhada nasıl tavizler verdiğini hepimiz öğreneceğiz. Ama o güne kadar bocalamaya devam edileceği çok açık.
Bir de uluslararası alanda dibe indikçe “değerli yalnızlık” diye bir şey üretti Türkiye. Bu bir safsata. Espri. Günün fıkrasından başka bir şey değil. Zira Türkiye gibi gelişmekte olan ve kalkınmasını dış borçla gerçekleştirmeye çalışan, kendini Ortadoğulu olarak nitelemekten imtina etse de Batı’nın gözünde her zaman Ortadoğu ülkesi olmuş ve olmaya devam eden bir ülkenin bu bataklıkta yalnız kalma lüksü maalesef yok.
Unutuldu ama “denge politikası” diye bir şey var uluslararası ilişkilerde. Bunların Osmanlısı da bir ara denemişti. Devlet olarak bir ideolojin yoksa mecburen konjonktürel davranıyorsun, soft söylemlerle krizi atlatıyorsun. Hele ki ülken terör belasıyla uğraşıyorsa, terör örgütünün elinde nereden geldiği belli modern silahlar varsa, sen bunun altından kalkamıyorsan, süper gücün bugün paylaştığı söylemi geçmişte sen “uygulama”ya dökmüşsen, iki gün sonra arkasında duramayacağın sözler sarf ediyorsan “değerli yalnızlık”tan ziyade “dengeli arkası sağlam”lık ön plana çıkıyor. Aksi halde sen “benim yalnızlığım çok değerli, aşırı değerli, en değerlisi benimki!” diyorsun. Süper güç “Kendi bilir” diyor, bıyık altından da gülüyor. Olmuyor. Ya ilkeli olacaksın -ki Türkiye o dönemeci geçeli çok oldu- ya da yersiz ve argümansız çıkışlardan uzak duracaksın.
Sevgiler

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sanayinin İlkleri - Teşvik-i Sanayi Kanunu

Tamiri Mümkün

Yaşam Hakkı ve Adaylık Tartışması Üzerine