Kişisel Tarihe Sonsuz Bir Şükran Notu

Eğlenceli, ama ablalarımınkine göre yalnız bir çocukluk geçirdim. Sıralı, iki katlı evlerimizde onların akranları vardı, ben tekne kazıntısı olduğum için onların anılarını paylaşmaya yetişemedim. Bu yüzden onların anıları benimkine nazaran çok daha renkli ve eğlenceli. Benim arkadaşlarım arka sokaklarda, birkaç yılda bir kiracı değiştiren evlerin çocukları olurdu. Dolayısıyla mahalle arkadaşlığı konusunda istikrarı yakalayamadım. Benden küçük birkaç erkek arkadaşım vardı, onlar da büyüyüp futbolu keşfedince -hiçbir zaman sözle ifade etmedikleri ve fakat son derece haklı oldukları bir gerekçeyle- yollarımız ayrıldı. Malum ne koşabiliyordum ne de iyi bir kaleciydim. Kalan tüm arkadaşlarım benden büyüktü ve eylül ayı benim için uzunca bir hasretin başlangıcı anlamına geliyordu. Onlar okula başlayacak, ben de kabuğuma çekilmek zorunda kalacaktım. Fakat bunu 6 yaşındaki heyecan dolu isyankara anlatamazdım. Elime evdeki kitaplardan geçirir geçirmez kendimi sokağa atıyordum. Ben de okula gidecektim, ben de yazı yazacaktım, ben de diğer arkadaşlarım gibi "okulluk" giyecektim.

Evimizin iki arka sokağında, o yıl birinci sınıfları okutan bir sınıf öğretmeni vardı. Adı Kemal Mercan. Benim hevesim mahallede konuşulmaya başlayınca, "Bir getirsinler, deneyelim." demiş. Haber bizimkilere geldiğinde nasıl tepki verdiğimi şu an anımsayamıyorum. Ama pazarlık dün gibi aklımda: Bir hafta birinci sınıflarla birlikte okuyacaktım, yapabileceğime inandırabilirsem kaydımı yaptırıp devam edecektim. Eğer yapamazsam beni ana sınıfına yazdıracaklardı, o zaman da başka bir "okulluk" giyecektim.

Sınıfa girdiğim an sınıf maviye çalan bir beyazlık içindeydi, otuz kadar çocuğun kalem silgi kokusu daha koridorda hissediliyordu ve hepsi bir ağızdan konuşuyordu. Öğretmenim beni sınıfa tanıttığında geç gelen bu arkadaşa ilgiyle baktıklarını hatırlıyorum. Beni okula davet eden bıyıklı ve genişçe yüzlü bu adamın şefkat dolu yaklaşımı uyum sorunu yaşamadan adapte olmamı sağlayacak gibiydi. Nitekim öyle oldu. Beni Sema'nın yanına oturttu. Sema hem çok güzel hem de zekiydi, bana eğik çizgi çekmeyi öğretecekti. Bu ilk paylaşım ve etkileşim beni sınıf ortamına bir anda dahil etmişti. Bir haftanın sonunda rotam belli oldu: Sema'yla oturmaya devam edecek, mavi "okulluk" giyecektim. O yıl iki önemli sorunumdan birincisi, önlüğe "önlük" diyememek oldu. Okulda giyildiği için "okulluk" demeyi daha uygun buluyordum. Hem de sadece önümüzü örtmüyordu ki! Öğretmenim bana hak veriyor, o da "okulluk" diyordu. İkinci sorunumsa, "Işık ılık süt iç." fişini yazmayı reddetmemdi. Cümlede çok fazla ı ve l harfi olduğu ve bu harfler birbirine karıştığı için, fişi yazmak bana görsel olarak keyif vermiyordu. Öğretmenim, bizimkilere ısrar etmemelerini söyledi, birinci sınıfı o fişi yazmadan tamamladım. Mutluydum, ta ki ikinci sınıfın ilk döneminde başka bir okula gidene kadar.

Bin yıllık mahallemizden şehir merkezinde bir eve taşınınca okulumu değiştirmek zorunda kaldık. Başka bir öğretmen, başka sınıf, başka arkadaşlar... Kısacık boyuma rağmen arka köşeye itilmem, ayrımcılığa uğramam, okulda belli başlı velilerin çocuklarına ihtimam gösterilmesi, şımarık arkadaşlarım tarafından hoşgörüsüz karşılanmam, aşağılanmam, adını mıh gibi aklımda tuttuğum öğretmenin beni alıştırmak için hiçbir çaba göstermemesi... İki asır gibi gelen iki ayda çocuk kalbim kırılmıştı. Bir yıl önce okul hevesiyle yanıp tutuşan ben, artık okula gitmemek için her sabah başka bir çaresiz hastalığa kapılıyordum. Hastalık numaralarının sonu gelmek bilmeyince babam durumun vahametini anlayıp eski öğretmenimle görüşmüş. Öğretmenim, benim çocuğumu ziyan etmeyin, bana geri getirin, demiş. Evde bayram havası estiren bu çağrıdan sonra apar topar yeni okuldan eski okuluma nakledildim. O tarihten sonra, görseniz, okulda nasıl havalıyım. Başka okula gidip dönmüşüm, herkes beni tanıyor... Eski neşem ve performansım çok kısa sürede yerine geldi. Toparladım. O okulda kalsaydım eğitim hayatımın, karakterimin, sosyal becerilerimin temeli nasıl bir dinamitin üstüne inşa edilecekti bilemiyorum. Bildiğim tek şey, çocukluğumda gülümsediğim tüm okul anılarımla birlikte atılmış sağlam temeli o genişçe yüzlü, bıyıklı adama borçlu olduğum. Öğretmeni tarafından adil davranılmanın ne demek olduğunu, bir çocuğun gözünden biliyorsam emeği çoktur. Yazdığım ilk cümleler, okuduğum ilk kitaplar, ilk kompozisyonum... Şimdi yazmayı bu kadar seviyorsam onun sayesinde. Adı Kemal Mercan, benim sevgili ilk öğretmenim.

Üçüncü sınıftayken 1999 depremiyle hayatımız alt üst oldu. Hoş ben eski okuluma nakil olunca, ailece eski evimize geri taşınmıştık, bu yüzden depremi sağlam bir evde karşılamış olduk. Ama diğer evimiz ve deprem esnasında içinde olduğumuz ablamın evi depremden sonra yıkıldı. Deprem, tüm sosyal statüleri ve gelir eşitsizliğini bir anda ortadan kaldırarak herkesi eşit duruma getiriyor. Çok uzun süre, bütün Bolu, barakalarımızda yaşadık ve çadırda eğitim gördük. Çadırın iskeletini biri salladı mı ödümüz kopar dışarı kaçışırdık. İşte ben Kemal Mercan'a ilk ve son kez o zaman kırıldım. Depremden sonra emekli olmuştu. Belli ki geçerli bir sebebi vardı, o da bir babaydı. Deprem hepimizin hayatını etkilediği gibi, onunkini de etkilemişti. Çocuk aklımla sınıfımızı ikiye bölüp diğer sınıfa dağıttıklarında yaşadığım üzüntüyü hala hissederim. Belki de diğer okulda yaşadıklarımı yaşamaktan korkmuştum.

Deprem bir çocuk için olağanüstü bir şans olabilir miydi? Oldu. Yeni öğretmenimiz gelene kadar gönderildiğim sınıfta, mavi boncuk gözleri Atatürk gibi bakan bir adamdı öğretmenimiz. Adı Orhan Erdoğan. Yadırgamak bir yana, o sakin ve şefkatli öğretmeni çok sevmiştim. Lisede bile öğretmen değişikliğini kompozisyonlarına yansıtacak kadar derin yaşayan bir öğrenci için hiç de fena değildim. İyice alışmaya başlamıştım ki Kemal Mercan'ın yerine yeni bir öğretmen geldi. Eski sınıf arkadaşlarımı onun sınıfına gönderdiler. Ama ben kalmıştım. Öğretmenimi ve arkadaşlarımı sevdiğim için çok da sorgulamıyordum. Bir gün, yanlış hatırlamıyorsam bir matematik dersi olabilir, Orhan Öğretmen sıramın yanına geldi. "Senin arkadaşların yeni öğretmeninizin sınıfına gitti, ama ben seni göndermedim, gitmek ister miydin?" diye sordu. Çocukken sükunetimi koruyarak havalı kalmayı beceriyormuşum, gitmek istemediğimi söyleyip konuyu kapattım kibarca. Halbuki onun tarafından seçilmiş olmanın verdiği mutlulukla karnımda kelebekler uçuşuyordu. Şimdi bile, o anı hatırlayınca içimden ona sarılmak geliyor. Orhan Öğretmen, sosyal ve sanatsal yönümüzü çok geliştirdi. Blok flüt çaldırırdı bize. Dördüncü ve beşinci sınıfta flüt korosu kurmuştuk da Beethoven'ın 9. Senfoni'sini çalıyorduk, notaları hala ezberimdedir. Eve gidip gelirken o resim çantamı taşırdı, ben ona flüt çalardım. Bir çizgi filmin mutlu sonu gibi yanından paytak paytak yürürdüm. Çizgi filmdeki gibi gün ardımızdan batmazdı belki, ama o çantamı taşırken ben dünyanın en özel çocuğu olduğumu hissederdim. Adı Orhan Erdoğan, benim hayattaki ikinci şansım.

Bugün 2 Mart. İkisinin de doğum günü.

Bugün hem kendime hem de onlara bir hediye vermek, kişisel tarihime sonsuz bir şükran notu düşmek istedim: Onların öğrencisi olmaktan gurur duyuyorum, bana kattıkları her şey için teşekkür ederim.

Sevgiler,

e.

Mart, 2020





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Sanayinin İlkleri - Teşvik-i Sanayi Kanunu

Tamiri Mümkün

Yaşam Hakkı ve Adaylık Tartışması Üzerine