Sanayinin İlkleri - Cumhuriyet'in Savunması
Osmanlı harp sanayi, 15’inci
yüzyıldan 17’inci yüzyılın sonlarına kadar gücünü koruduğu için bugün “Yükselme
Dönemi” dediğimiz dönemde Osmanlı’nın sınırlarını genişletmesinde büyük rol
oynamıştı. Ancak 18’inci yüzyıldan itibaren yaşanan teknolojik gelişmelerle
birlikte Avrupa sanayinin güç kazanması, buna karşın Osmanlı’nın aynı
teknolojik girişimleri yapmakta gecikmesi uluslararası arenada rolleri tam
tersine çevirdi. Avrupa’da harp sanayi seri üretime dönüyor; Osmanlı silah
ithalatı yaparak hem askeri bağımsızlığını yitiriyor hem de çağın gerisine
düşüyordu. Birinci Dünya Savaşı (1914-1918) süresince de, savaş koşullarından
ötürü, önemli bir atılım yapamayan Osmanlı, Cumhuriyet‘e savunma sanayi alanında
sağlam bir temel bırakamadı. Cumhuriyet dönemine miras kalan milli savunma
sanayi altyapısı, Kurtuluş Savaşı yıllarında cephanenin ve savaşta gereksinim
duyulan çeşitli malzemelerin tamiri ve üretimi için Anadolu’da kurulan birkaç
tesisten ibaretti.
Emperyalist güçlere karşı ulusal bağımsızlık mücadelesi sürerken, Mim Mim ve İmalat-ı Harbiye gibi gizli cemiyetler, Anadolu’ya, ordunun ihtiyacını karşılaması için silah ve mühimmat taşıyordu. Bu malzemelerin tamiri için de çeşitli yerlerde tamirhaneler kuruldu. Eskişehir, Konya, Kayseri, Erzurum ve Ankara’da kurulan bu tamirhaneler kullanılmış, bozulmuş, mekanizmaları sökülmüş olan silahları yeniden kullanılır hale getiriyor, direnişin cephane ihtiyacını karşılamaya çalışıyordu.
Kurtuluş mücadelesi sona erdikten ve cumhuriyet ilan edildikten sonra, Türkiye için yeni bir dönem başladı. Savaş ve diplomasi alanlarında kazanılan bağımsızlığın içerde pekiştirilmesi ve korunması gerekiyordu. Savaştan yeni çıkan ordunun, silah ve mühimmat gereksinimlerinin ülke içinde karşılanabilmesi, ithalat yoluyla tedarikinden mümkün olduğunca kaçınılması önem arz ediyordu. 1923 yılında toplanan İzmir İktisat Kongresi’nden de bu düşünceyi destekler nitelikte kararlar çıkmıştı. Kongrede alınan kararlara göre, hammaddesi yurt içinden temin edilebilen sanayinin Türkiye sınırları içinde ivedi olarak tesis edilmesi, yabancı tekelinden uzak durulması, sanayi kuruluşlarını destekleyecek milli bankaların kurulması ve hammadde ve ürün sevkiyatı için demiryolu inşa edilmesi gerekiyordu. Türkiye ağır sanayi ürünlerini kendi başına üretebilecek sınai kabiliyete erişmeliydi. Savunma sanayi de ülkenin olası bir tehditte sarsılmasını önleyecek öncelikli alanlardan biriydi. Cumhuriyet kalkınmasının hayati bir parçası olarak kabul edilen savunma sanayinin temelleri, devlet yatırımlarıyla atılmaya başlandı. Milli Mücadele yıllarında İmalât-ı Harbiye-i Umumiye Müdürlüğüne bağlı olan ve Anadolu’nun çeşitli yerlerinde mücadeleyi destekleyen üretim tesisleri; yeni fabrikalarla birlikte, 1921 yılında, Cumhuriyet’in ilanından evvel, kurulmuş olan Askerî Fabrikalar Umum(Genel) Müdürlüğüne bağlanarak planlı bir organizasyon şeması dâhilinde faaliyet göstermeye başladı. Erken Cumhuriyet döneminde kalkınma sürerken, tüm sanayi hamlelerinde olduğu gibi savunma sanayiinde de “yabancı” unsurlardan yararlanıldı. O dönem benimsenen yönetim anlayışına göre, Türkiye yabancı sermayedarlara ve çalışanlara düşman değildi. Zaten aksi dünya siyasetinden uzak ve gerçek dışı bir tutum olurdu. Türkiye’nin milli bütünlüğünü ve bağımsızlığını tehlikeye sokmayacak her türlü yabancı yatırım devlet kontrolünde yapılıyordu. Fabrikaların işletmeye sokulması sırasında yeterli teknik bilgi yurt içinde sağlanamazsa yabancı bilim insanlarından ve mühendislerden yardım alınıyordu. Türkiye, o dönemde, yatırımlarda faydalanılan yabancı unsurlar ile yerli ve milli sanayinin korunması arasındaki dengeyi profesyonel biçimde yönetmeyi başardı. Ülkenin atlatmaya gayret ettiği zor ekonomik koşullar, üretim teknolojilerinin yetersizliği, mühendislik çalışmalarının güçlüğü ve beşeri eksiklik gibi olumsuzluklar göz önüne alındığında; devlet kadrosunun bu konuda ne denli azimkâr olduğunu söylemek gerekiyor.
Önceki yazılarımı okuyanlar,
Şakir Zümre’yi hatırlayacaktır. Türkiye savunma sanayiinde ilk özel girişim,
Şakir Zümre tarafından gerçekleştirildi. “Zümre
Zade A. Şakir Türk Sanayi Harbiye ve Madeniye –kısa adıyla Şakir Zümre-
Fabrikası… Türk Hava Kuvvetleri’nin 100, 300, 500 ve 1000 kilogramlık bombaları
bu fabrikada üretiliyor; Deniz Kuvvetleri’ne de cephane sağlanıyordu. Bir
ülkenin savunması için ihtiyacı olan her şey üretildi: Aydınlatma fişekleri,
mayınlar, el bombaları, hatta ilk denizaltı bombaları…”* Bu girişimi,
Anadolu’nun çeşitli stratejik yerlerinde kurulan fişek, top, mühimmat
fabrikaları izledi. Cumhuriyet’in ilanından sonra sanayi planlamasına dâhil
edilen o üretim tesisi ve fabrikalardan bazılarını bilgilerinize sunmak isterim:
1924 – Ankara – Hafif Silah ve
Top Tamir Atölyeleri, Fişek ve Marangoz Fabrikaları
1928 – Kırıkkale – Pirinç
Fabrikası ve Elektrik Makineleri Fabrikası
1929 – Kırıkkale – Mühimmat
Fabrikası
1931 – Ankara – Kayaş Kapsül
Fabrikası & Kırıkkale – Çelik Fabrikası
1935 – Ankara – Mamak Gaz Maskesi
Fabrikası
1936 – Kırıkkale – Barut, Tüfek
ve Top Fabrikaları
Cumhuriyetin 10’uncu yılında,
Türkiye, savunma sanayi alanında kabiliyetlerini geliştirmiş, kendi ihtiyacını
üretebilen bir ülke olma yolunda çok mesafe kat etmişti. Üstelik bu gelişim
yalnızca savunma alanında değil, kalkınmanın her bir ayağında gerçekleştirildi.
Bu yüzden “Onuncu Yıl Marşı” kuruluşun destansı öyküsünü türküleştirerek
nesilden nesile aktarması bakımından çok anlamlıdır:
“Tersine dönse dünya yolumuzdan dönmeyiz.”
Yorumlar
Yorum Gönder