Sanayinin İlkleri - Kalkınmada Organize Sanayi Bölgeleri
Bir ülkede
sanayileşmenin planlı olması hem üretim araçlarının etkinliği hem de kentin
ekonomik, sosyal ve çevresel kalkınması için başat unsurlardan biridir. Zira üretim
alanlarının belirlenmiş bir bölgede olması, fabrikaların ortak altyapı
hizmetlerinden yararlanmasını sağladığı için kolay ve daha ucuz üretimin yolunu
açar. Sanayi kuruluşlarının bir arada toplanması, hem işletme kuruluş
maliyetlerini düşürür hem de lojistik etkinlik sağladığı için üretim
maliyetlerini azaltır. Öncelikli amacı ekonomik nitelik taşısa da sanayi
bölgelerinin kent kalkınmasında da önemli bir rolü vardır. Kentte yaşayanlara istihdam
olanağı sağlayarak toplumun ekonomik ve sosyal gelişimini destekler. Planlı
sanayileşme, mekânsal olarak üretim alanlarıyla yaşam alanlarını birbirinden
ayırdığı için kentin düzenli biçimde yapılaşmasına imkân verir. Bu açıdan
bakıldığında, ekonomik bağımsızlığın temel belirleyicilerinden biri olan
sanayileşme sürecinde, organize sanayi bölgelerinin üstlendiği rolle lokomotif
görevi yaptığını görüyoruz. Bu yazıda, Türkiye’nin organize sanayi bölgeleri
tarihine kısaca göz atacağız.
1950’lerin
ikinci yarısında, yaşanan çeşitli ekonomik sıkıntılarla birlikte sanayi
sektörünün büyüme hızı da yavaşlamaya başlamıştı. 1960 yılında Devlet Planlama
Teşkilatı(DPT)’nın kurulmasıyla birlikte, ekonomi politikalarının Beş Yıllık
Kalkınma Planları çerçevesinde düzenlenmesi kararlaştırıldı. Kalkınma Planları,
Erken Cumhuriyet dönemi ekonomi hamleleriyle örtüşür biçimde sanayi
kuruluşlarının teşvik edilmesini ve az gelişmiş bölgelerde yaşamı güçlendirecek
üretim alanlarının bulunmasını amaçlıyordu. Böylece sanayileşme ve ekonomik
büyüme hızlanacaktı. Bu hedef doğrultusunda, DPT, planlı üretimi sağlayacak bir
organize sanayi bölgesi kurulması amacıyla Türkiye’nin her yerinde araştırma
yaptı. Bursa, İstanbul, Adapazarı, Adana, Mersin ve Zonguldak üzerinde
yoğunlaşan bu çalışma sonrasında, gerçekleştirilecek olan örnek proje için en
uygun kentin Bursa olduğuna karar verildi. Türkiye’de organize sanayi
bölgelerinin tarihi serüveni de böylece başlamış oldu.
Türkiye’nin
‘Pilot OSB’si olan Bursa Organize Sanayi Bölgesi, devlet eliyle ve Dünya
Bankası’ndan alınan krediyle kuruldu. Kuruluşun sancılı öyküsünü tek kelimeyle
anlatmaya çalışmak elbette çok yetersiz, ancak bu yazının bir yerde son bulması
gerekiyor. Bursa OSB (o günkü adıyla BTSO Organize Sanayi Bölgesi), devletin
organize sanayi bölgelerini yaygınlaştırmak amacıyla yürüttüğü çalışmanın ilk
ve başarılı bir örneği olunca, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı bünyesinde bir fon
oluşturuldu. Bu fon, organize sanayi bölgelerine kredi sağlayarak altyapı ve
üstyapı özelliklerinin fabrikalara yeterli hale getirilmesini sağlayacaktı.
Nitekim planlı kalkınma dönemlerinin üçüncüsü sona erdiğinde, Türkiye’de 30
kadar organize sanayi bölgesi kurulmuştu.
OSB’lerin
yaygınlaştığına işaret eden grafik, Dördüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı
döneminde düşüş gösterdi. Yaşanan yavaşlama, o dönemki siyasal iklimin ekonomi
politikalarına yansımasından kaynaklanıyordu. Kaynak aktarımı yeterli ölçüde
sağlanmadığı için kuruluş aşamasındaki OSB’lerde altyapı yatırımlarının
tamamlanması zorlaşıyor, bu sebeple katılımcılar uygun üretim koşullarına
erişemiyordu. Nihayet 1985 yılına gelindiğinde, kredi kullanmaksızın, yalnızca
yatırımcıların finansmanıyla Gebze OSB’nin kurulması için düğmeye basıldı. O
döneme kadar hiç uygulanmamış olan “sat-yap” modeli, daha sonra kurulacak olan
birçok OSB için öncü oldu. Bundan sonra çoğu OSB’de, katılımcılar devlet
desteği almaksızın kendi katkılarıyla altyapılarını tamamlayacaktı.
Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı’yla organize sanayi
bölgelerinin doluluk oranını artırmak ve OSB’ler dışındaki sanayi
kuruluşlarının bölgelere taşınmasını sağlamak için özendirici çalışmalar
yapılmaya başlandı. OSB’ler dışında yapılan sanayi kuruluşlarına zorunlu haller
dışında devlet desteği verilmeyecekti. Ayrıca kalkınmada öncelikli alanlarda,
altyapısı tamamlanmamış olan bölgelerin inşaat faaliyetlerine de hız verilecekti.
Faaliyette olan OSB’lerden, teknolojik imkânların ve kapasitelerinin artırılması
için üniversitelerle iş birliği yaparak Ar-Ge çalışmalarını ilerletmesi
isteniyordu. Dönemin sonunda, 2000 yılında, 4562 sayılı Organize Sanayi
Bölgeleri Kanunu çıkarıldı. Böylece OSB’ler yasal statüye kavuştu ve
kuruluşu/işletimi belirli bir kanunla düzenlenmiş oldu. Kanunda, Bakanlık Kredi
Desteği, Bakanlık Desteği Olmayan ve Özel Organize Sanayi Bölgeleri olarak üç
tip OSB tanımlanıyordu. Bu kanunla OSB yönetimlerine de pek çok konuda yetki
devri yapıldı. OSB’ler bölge sınırları dâhilinde üretim yapacak olan fabrika
inşaatlarının projelendirilmesi, gerekli ruhsat ve izinlerin verilmesi ve
altyapı hizmetlerinin katılımcılara iletilmesi hususlarında yetkilendirildi.
Elektrik, su, doğalgaz, telekomünikasyon gibi hizmetlerin dağıtımı OSB’ler
tarafından yürütülmeye başlandı.
OSB’lerin kuruluş amaçlarına bugünden baktığımızda kentsel
gelişim farklılıklarının giderilemediğini –aksine büyüdüğünü- ve bölgesel göç
olaylarının engellenemediğini söyleyebiliriz. Ancak sanayi kuruluşlarının
etkinliğini, yaratılan istihdamı ve ihracat potansiyelini ve kentlerin mekânsal
planlamasını göz önünde bulundurduğumuzda OSB’lerin kalkınma, gelişim ve
istihdam parametrelerinde belirleyici birer unsur haline geldiğini kabul etmek
gerekiyor.
NOSAB Ayna, 25. Sayı
Temmuz, 2021
Yorumlar
Yorum Gönder